Düzce Üniversitesi Teknoloji TakımlarıTEKNOFEST Antalya’daYarıştı Düzce Üniversitesi Mühendislik Fakültesi öğrencilerinden oluşan 3 takım, ...           • BU KULÜPTE İŞ VAR İŞ KULÜBÜ 1000 KİŞİYE TEK TEK ULAŞTI KAYITLI ÜYELERE BİLGİLER VERİLDİ Düzce İ...           • BAKAN IŞIKHAN’DAN BAŞKAN ÖZLÜ’YE ZİYARET ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI DÜZCE’DE BAKAN IŞIKHAN’DAN ÖZ...           • Düzce Üniversitesi Akademisyeninin Filmine Jüri Özel Ödülü Düzce Üniversitesi Sanat Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema ...           • DÜZCE İTFAİYESİ’NDEN ANIZ YANGININA HIZLI MÜDAHALE EVLERE SIÇRAMADAN SÖNDÜRÜLDÜ   Düzce’nin fındık tarla...           • DÜZCE BELEDİYESİ’NDEN EĞİTİM-ÖĞRETİM YILINA HAZIRLIK OKUL ÇEVRELERİNDE YAYA GÜVENLİĞİ ÖNLEMİ   Düzce Belediyesi, 2024-2025...           • Tatil Sonrası Okula Uyum İçin Velilere Önerilerde Bulundu   Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hasta...           • ÜRETİCİ İSYAN ETTİ Düzce'nin Cumayeri ilçesi Üvezbeli köyü fındık üretici İsmet Ö...           • BAŞKAN ÖZLÜ’DEN 30 AĞUSTOS MESAJI   “30 AĞUSTOS KURTULUŞUMUZU TAÇLANDIRAN ZAFERDİR” Düzce Belediye Ba...           • ŞENGÜLOĞLU’NDAN 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI MESAJI   " 102 YIL ÖNCE TARİHE ALTIN HARFLERLE YAZILAN BİR DESTAN " " BAĞIM...           
İstatistikler
Toplam: 1824294
Aktif: 140
Bugün: 1403
Dün: 5339
Paylaş
Facebook  Twitter  Stumbleupon  Delicious  Google
E-Mail Bülteni
Ad, Soyad:
E-Mail:
    
Biz Sizi Arayalım
Ad, Soyad:
Telefon:

GÖZLERİMİ TÜRKİYEDE AÇDIM


Türkmen yazar Oraz Yağmur ile yaptığımız görüşmede Türkiye ile ilgili görüşlerini açıkladı.Yağmur şunları söyledi,

‘’Gözlerim Türkiyede Açıldı

Ben dalgalara karşı direnmeyi seviyorum. Her bir direniş bana büyük kuvvet veriyor.

1989-da, Gorbaçev zamanı “Duman Daĝıldıgında” isimli bir romanım basıldı. Mafiyanın ve iktidardaki komunist rejimin beraberinde neler yapdıĝını anlatan bu romanım ilk kez 30 bin adet, altı aydan sonra 27 bin adet basıldı ve az zaman içerisinde tamamen hepsi satıldı. O zamanki 4 million nüfuslu Türkmenistan’da 57 bin adet roman satmak inanılmaz bir olay oldu. O kitapların 1600 adetini komunist partiyanın il müdürü olmuş bir kişinın satın alarak yaktıgınıda öĝrendim. O kişi romanın kendisi hakkında yazıldıĝını zan etmiş. Evet o doĝru fikir yürütmüş, ama kitap yakması yanlış. Mafiya üyelerinden, büyük kürsülerde oturanlardan çok-çok telefon tehditlerinede maaruz kaldım. Onların hepsine benim cevabım bir oldu: “Ben kendi yapmalı görevimi yaptım.”

1989-da Türkiye folklor araştırmaları kurumunun başkanı, dostum İrfan Ünver Nasrattinoĝlunu Türkmenistan’da misafir olarak aĝırladıkdan sonra, Türkiye’yi Türkmenistan’da tanıtmak,sevdirmek benim baş amacım oldu.

“Köseye herkes bir kıl verirse sakgallı olur” diyorlarya.BenYunus Emre’yi, Mevlana’yı, Hajı Bekdaşı,büyük Atatürk’ü tanıtmak için anma akşamlarını yaptım. Gazetelerde yazılar yazdım. Bizde Karacaoĝlan’ın şiirlerini bastırmak yasakdı. Ben “Karacaoĝlanı Kim Zindandan Çıkarır” diye makale yazdım ve o büyük aşıĝın zindandan çıkmasını kazandım.

Ama 1990-da Adana’ya Karacaoĝlanın kongresine davet edildigimde gözlerim açıldı.

Benim gözlerimi Türkiye açdı diyebilirim. O zamanlar Moskovadan izin alırdık ve oradan Ankara’ya uçmalıydık. Bizi ugurlayan, Sovet Yazarlar birliĝinin elemanı “Türkiye açlık çekiyor, ekmek alınız” dedi. Ben iki büyük çantayı ekmekden doldurdum. Türkiyeli aç kardeşlerime ekmek daĝıtmakdan alacak mutluluĝumu içimden his ediyordum. Keşke başka bir ỳol bulup, daha çok ekmek götürseydim. O kişi hediỳe olarak Kremilin ve Leninin resimli sellofon poşetleri almayıda tavsiye etdi.Iki çanta ekmeĝi ve diĝer hediyeleri zor götürerek Ankara’da uçakdan indim. Gümrükçüler bir ekmeĝe, bir bana bakdılar, sonrada her bir ekmegi ikiye bölerek içine baktılar. Hiç bir şey bulmadılar ve yine benim yüzüme sorulu bakdılar. Ben: “Her halde onlarda ekmek istiyorlar” diye “Sizde bir-iki ekmek alabilirsiniz” dedim. Dedim, ama onların açlık çekdikleri yüzlerinden hiç belirmiyordu. “Elbet gümrükçü aç olmaz.”

Beni hemen Adana’ya uĝurladılar. O zamanki otobüslerin salonundan çıkmış olan tütün dumanı dünyayı karaltıyordu.

Beni otobüsün son kürsülerinin birine oturtdular. İnanın ki, duman derdinden şoförü görmek çok zordu. “Ekmek bulunmadıĝı için bunlar sigara çok içiyorlar” diye zannetdim. Adanada otele gelişde ve girişde ekmek dilencilerine rastlamadım. Beni hemen yemege götürdüler. Orada her şey var, yiyecekler bol-bol. “Elbet beş ỳıldızlı otelde bolluk olur.” Bana rehberlik yapan genç arkadaşa yumuşak sesle: “Kardeşim, ben çok getire bilmedim, ama iki büyük çanta dolu ekmek getirdim. Onları aç kişilere nasıl daĝıta biliriz?” diye söyledim. Arkadaş gözlerini parlatarak “Anlamadım” dedi. Ben soruyu tekrarladım. “Neden ekmek getirdiniz?” “Valla et, şeker çıkarmak yasak olduĝu için ekmek getirmek zorunda kaldım.” Arkadaş durumu anlamadı. Tekrar sormaya da utandı.

Odaya dönüşde temizlikçi bir hanıma rastladım ve ona: “Size ekmek vermek istiyorum” dediĝimde: “Hayır-hayır, läzımlıĝı yok, teşekkür ederim” dedi. “Beni yabancı sandı, onun için ekmek almak istemedi.”

Biraz sonra odaya rehberim geldi ve ekmek konusunu ayrıca aydınlıĝa çıkarmak istedi. Ben olayı anlattıĝımda o güldü. Anlaşdıktan sonra iki çanta ekmeĝi israf etmemek için uzak uĝraştık.

Sovetler birliĝinden ilk Türkmen gelmiş haberini işiten Adanalılar otele akın etdiler. Herkes evine köyüne götürmek istiyor. Vedalaşdıĝımızda ben onlara Kremlin ve Lenin resimli poşet hediye etdim. Onlar isteksiz alıyorlar ve yüzlerinden gülümseme yitiyor. Bunun nedenini İrfan beyden sorduĝumda gülümsedi. “Burası Türk yurdu. Biz Lenini sevmeyiz. En iyisi bu poşetleri gösterme.”

Gerçekden de gözlerim Türkiye’de açıldı.

* * *

Çanakkale 18 Mart Üniversitesinin eski rektoru, bizim sevgili aksakalımız Abdurrahman Güzel beni kahraman Çanakkale’ye davet etdi. Çanakkale savaşlarının olduĝu toprakları gördüĝümde yüreĝim yerinden oynadı. Orası toprak deĝil. O şehitlerin kemiklerinden üretilmiş insan kanlarıyla sulanmış mukaddeslik. O mukaddesliĝin başında büyük Atatürk duruyor. Ben Atatürk’ü anlatan “Ben Atatürk” kitabımı orada yazmaya başladım. Yazdım, tamamladım, sonra dervişe döndüm: çok kişiyi, kurumları, vakfları rahatsız etdim. Kitabı bastırmaya imkan aradım. Benden para isteyenler de oldu. “Param olsaydı, ben dilenci gibi kapı çalarmıydım. Hemen bastırırdım.

Atatürk’ün kahrımanlıĝını Türkmenistanlıların hemen bilmesini, duymasını, görmesini istiyordum. Ama… Ama…” En sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin Aşkabat Büyükelçiliĝine baş vurdum. “Atatürk’ü seviyorlarsa kitabın basılmasına yardımcı olurlar.” Ama yanılmışım. Beni şirin sözlerle beslediler. Üç senelik dervişlik beni yordu. Doĝrusu umudum çok incelmişdi. Kitabım masraflı, kalın kitapda deĝildi. Atatürk hakkında olduĝu için telif hakkınıda istemiyordum. “Fukaralıga alışmıştık.”

Günlerde bir gün eĝitim müşaviri sayın Mustafa Turan evime telefon açtı. Ben onu tanımıyordum. “Sayın Oraz Yaĝmur, siz Atatürk hakkında kitap yazmış diye duydum.Bu güne kadar basılmamış olmasına üzüldüm. Ben başarırsam, bastırırım. Ama sen kaç para istiyorsun?” dedi. “Bana para lazımlıĝı yok. Kitap basılırsa o yeter.” Ama o kişinin de bastırabileceĝine inanmıyordum.

Mustafa bey yazılı CD’yi aldı ve yaklaşık on-on beş günden telefon açtı. “Kutluyorum. Eski bakan Köksal Toptan bey kitabı kabul buyurdular ve basmak kararı verdiler.” Ama kaç aylar geçdi, kitap gelmedi. Mustafa bey görev süresi tamamlayarak Türkiye’ye döndü, kitap gelmedi. “Ben yine unutuldum.”

Böyle durumdayken Aşkabat Büyükelçisinin ikinci kätibi beni makamına çaĝırdı. Ben vardıĝımda o kişi elimi sıkarak: “Kutluyorum, kutluyorum Oraz bey! Siz Türkiye-Türkmenistan için büyük hizmetlerinizden ötürü Türkiye Cumhurbaşkanının Liyakat ödülüne layik görülmüşsünüz. Bu ödül Orta Asya’da ilk kez size veriliyor. Türk Dünyasında önce Azerbeycanlı Bahtıyar Vahabzade ödüllendirilmişdir. Sizi sayın Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel davet ediyor.” Dedi.

-En iyisi madalyayı bana göndersinler, ben gitmek istemiyorum.

Diplomat bu cevabıma şaşırdı.

-Neden Oraz bey? –O beni ikna etmeye uĝraşdı. Ama başarmadı. Benim Türkiye’ye gitmememin nedeni-bende normal ayakkabı yokdu. Sol tarafının altı uzun delikli, çokdan eskimiş, 46 ölçülü bot giyerek Çankaya köşküne varmak zordu. Bende yeni ayakkabı için para yokdu, para bulunursada 46 ölçülü ayakkabı bulmak imkansızdı. Bunu şık geysili diplomata anlatamam ki. Ama üç günden sonra dostlarım beni ikna etdiler. Gidiyorum, iĝne üzerinde yürüyerek gidiyorum. Her yerde, her saniyede benim altı delik botuma bakıyorlar. Çankaya köşkünde büyük salonda millet vekilleri, bakanlar, basın mensupları-hepsi bana bakıyor. Yanıldım, bana deĝil, altı delik botuma bakıyor. Beni ilk sıranın ortalarında oturtdular. Yanımda bir sandalye boş duruyordu. Karşımdan Süleyman Demirel geldi. Benimle selamlaşdıktan sonra yanımda oturdu. Ben kendi botumu içe çekerek onun parlak ayakkabısına bakdım. “Yazarların Cumhurbaşkanlarından tek farkı-yazarların delik ayakkaplı olmalarıdır.” Beni sahneye davet etdiklerinde ayaklarımı kaldırmadan yürüdüm. Tören tamamlandıkta bana rehberlik yapan arkadaşa: “Şimdi nereye gidiyoruz” dediĝimde o kişi gülümseyerek: “Çarşıya. Ayakkabı almaya.” dedi. “Görmesiz şeyleri görüyorsun.” “Görmezlik mümkün deĝil. Hem 46, delikde büyük.”

Ödül aldıĝıma beĝendim mi ya fukaralıĝıma acıdım mı? Bunu bu güne kadar da bilemiyorum.’dedi

 

Haber tarihi: 28/10/2010
Haber Okunma: 2059
Haber Yorumları: 0


Paylaş: Facebook  Twitter  Stumbleupon  Delicious  Google



Önceki: DÜZCE BELEDİYESİ TURİZM ROTASININ BELİRLENMESİNDE ETKİN ROL OYNUYOR
Sonraki: TARİHİ İKİ ÇINAR




Henüz yorum bulunmamaktadır. İlk yorumu siz yapabilirsiniz.

Ad, Soyad *
E-Mail
Kalan karekter sayısı:
Yorum *
Güvenlik kodunu giriniz:
captcha
*
(* Doldurulması zorunlu alanlar)


Site İçi Arama
Köşe Yazıları
Haber Arşiv
     
Tavsiye Et
Ad, Soyad:
Gönderen:
Alıcı:
Güvenlik kodunu giriniz:
captcha
Fotoğraf Galerisi

egazete
7 fotoğraf

REKLAM
1 fotoğraf
Üye İşlemleri
Kullanıcı adı
Şifre
Diller

İçerik Rss - Haberler Rss

Tasarım ve Programlama: Omnportal

 

 

 

 

 

Hoşgeldiniz.

 

 e-mail adres

duzcegercek81@gmail

.com